ÖZET
Uzun yıllardır
çeşitli kamuoylarında ve çeşitli ülkelerin meclislerinde gündeme gelen sözde 'Ermeni Soykırım Kanun Tasarısı',
kamuoyunu ve Türk dış siyasetini yıllardır meşgul eden meseleler arasındadır.
Hrank Dink'in katledilmesi, Türkiye Ermenilerinin tarihini ve soykırım
iddialarını yeniden gündeme getirmeye yaramış gözüküyor. Televizyon ve
gazetelerin cinayet sonrası performansına bakılırsa bir ''Ermeni
Rönesans’ından bile söz etmek mümkündür.
Tarihe bakarsak,
Ermenilerin içe kapanışının oldukça yeni bir olay olduğunu görürüz. Osmanlı
döneminde Ermenilerin uzun yıllar ''Sadık
Millet'' olduklarını biliyoruz. Dahası, Osmanlı Devletinin Ermeni
milletinin iç işlerine karışmamak ve bütünlüklerin sağlamak bakımından nasıl
büyük bir hassasiyet sergilediklerini de kaynaklarımız yazmaktadır. Aslında
1915'te Türkler ve Ermeniler arasında gerçekte ne yaşandığını anlayabilmek için
1915'ten önceki olayları incelemek gerekir. Peki, acaba neden Ermeni
Komiteciler sözde soykırım iddiası yalanına ihtiyaç duydu. Neden yapmadığı bir
şey için 1000 yıllık dostuna iftira attı. Osmanlı Devleti'nin Tehcir Kanunu'na
neden ihtiyaç duyduğunu ve kanunun uygulanması sırasında ki aldığı tedbirlerin
ne denli kapsamlı olduğunu göreceğiz.
Osmanlı Devleti, isteksiz olmasına rağmen
Birinci Dünya Savası’na girmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu savaşta bilindiği
gibi çok çeşitli cephelerde mücadele etmek durumunda kaldı. Bunu fırsat bilen
ve bilhassa Doğu Anadolu’da yasayan Ermeniler, özellikle Rusya, İngiltere ve
Fransa’nın kışkırtmalarıyla Osmanlı Ordularını arkadan vurdukları gibi, gönüllü
olarak Rus Ordularıyla birlikte Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından işgal
edilmesine de yardımcı oldular. Bu yetmezmiş gibi, Van ve civarında Ermeni
olmayan bütün halka karsı katliam hareketlerine başladılar. Bu katliamlarını diğer
vilâyetlere de yaygınlaştırmaya çalıştılar. Osmanlı Devleti de bunun üzerine
gerek kendi güvenliğini gerekse Ermeni olmayan diğer vatandaşlarının can ve mal
güvenliklerini korumak amacıyla geçici olarak Ermeni vatandaşlarının bir
kısmını Suriye’nin bazı bölgeleriyle Halep ve civarına tehcir etmek
mecburiyetinde kalmıştır.
1.
OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA ERMENİLER
Osmanlı devletinde gayrimüslimlerin
dil ve dinleri konusunda büyük bir hoşgörüden yararlandıkları bir tarihi
gerçektir. Bu tavır her Müslüman Türklerin dünya görüşlerinden, hem de
çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Müslüman olmayanların oturdukları topraklar
İslam egemenliğine geçince burada ki ahaliyle, yasal haklarını, dinsel
inançlarını, mal ve mülklerini garanti eden bir antlaşma yapılmaktadır. Bu
antlaşmaya ’zimma’ denmektedir. [1]
Osmanlıların dini azanlılarına
gösterdikleri hoşgörünün pratik nedenleri de vardı. Pek çok dini grup
barındıran imparatorluk bunlarla beraber yaşamaktaydı. Yahudi, Katolik,
Ortodoks, Müslümanlar vb. bütün bu grupların günlük yaşamlarında ki hayatlarını
etkileyen birinci faktör dindi. Osmanlılar dinde zorlamaya gitseydi tebaa belki
çok önceden isyan ve başkaldırmaya gidebilirdi. Osmanlı imparatorluğu sınırları
içersinde gayr-i Müslimler ‘Millet
Sistemi’ içinde örgütlenmiştir. Ulusal çıkarlarını, dini çıkarlarını veya
herhangi bir istek veya arzularını rahatlıkla dillendirebilmişlerdir. İlk
Osmanlı padişahları Ermenilerin, Bizans’ın zulmünden kurtarmak için Anadolu’da
ayrı bir toplum olarak yapılanmalarına izin vermiş ve Batı Anadolu’da ki ilk
Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur. Bursa’nın fethi ile bu dini merkez
Kütahya’dan alınıp Bursa’ya taşınmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul
fethinden sonra ise Bursa’da ki dini lideri Hovakim 1461’de İstanbul’a
getirilmiş ve Fatih’in fermanı ile İstanbul’da Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.[2]
Bu da bize gösteriyor ki, Ermeniler Osmanlı yönetiminden inkâr dahi
edilemeyecek bir hoşgörüden yararlanmışlardır.
Osmanlı 1896 tarihli kayıtlarına
göre Doğu’da ki 6 il[3]’in
nüfusları şöyledir:
|
Vilayet
|
Müslüman
|
Ermeni
|
Diğerleri
|
|
Erzurum
|
445.548
|
101.138
|
3.356
|
|
Van
|
59.412
|
60.448
|
Yok
|
|
Bitlis
|
167.054
|
101.358
|
Yok
|
|
Harput
|
300.118
|
73.178
|
543
|
|
Diyarbakır
|
289.591
|
46.823
|
1.116
|
|
Sivas
|
766.558
|
116.545
|
37.813
|
|
TOPLAM
|
2.028.351
|
499.490
|
42.878
|
1896 tarihli kayıtlar, bütün Osmanlı
İmparatorluğunda 1.160.000 Ermeni’nin yaşadığını göstermektedir. İleride
göreceğimiz soykırım iddialarında iddia ettikleri ölen nüfus ise bu rakamların
neredeyse iki katıdır.
Osmanlı istatistikleri genelde
doğrudur. O yıllarda ki sayım tekniklerini yetersizliğinden doğan yanlışlıklar
dışında, siyasal nedenlerle Ermenilere karşı hazırlanmış istatistikler
değildir. Zaten yabancı kaynaklarda Ermeni nüfusunun genelde 1.300.000 ile
1.500.000 arasında olduğunu saptar. Buda bizim kaynaklarımıza yakınlığını
göstermektedir.
Özetle, Osmanlı topraklarının
tümünde bile Ermenilerin toplam nüfusları üç yâda dört milyon değildir.
Nüfuslarını artırmalarının nedeni ise Doğuda ki altı ilde nüfus çoğunluğunu
bulundurmak ve büyük devletlerden bu konuda yardım istemekti.
2.
ERMENİ SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI ve ULUSLAR ARASI DURUMA GELMESİ
19. yüzyılın ikinci yarısında, ‘’Ermeni Sorunu’’ diye bir konu çıkmış
ve günden güne uluslar arası konuma yükselmişti. Bu sorunun ortaya çıkış
nedenini tek bir şeye bağlamak yanlış olur. Çeşitli nedenleri bulunmakla
birlikte Osmanlı’nın giderek zayıflayıp toprak kaybetmesi de bu durumda
etkilidir. Bu nedenleri 19.yüzyılında Osmanlı’nın dağılmasını ve çöküşünü
hızlandıran öğe olarak milliyetçiliğin etkisinde, sonrada Osmanlı iç
sorunlarında ve büyük güçler ile girdiği ‘’Şark
Meselesi’’inde aramak gerekir.
Bu dönemde toprak kayıplarıyla
zayıflayan Osmanlı, özellikle Fransız İhtilalı’nın doğurduğu sonuçlarla kendi
toprakların da yaşayan milletler tarafından bağımsızlık söylemi geliştirmeye
başlayacaklardı.
19. yüzyılda Osmanlı Ermenileri kendilerini
ulus olarak görmeye başladılar. Milliyetçilik ideolojisi Osmanlı tarihsel
birikimi ve düşüncesi için yabancıydı. Milliyetçilik, Avrupa’da ortaya çıkmış
ve Osmanlı’ya ithal edilmişti. İmparatorluğun ilk zamanlarında halk
gruplandırmasını din öğesiyle yapılmaktaydı. Ermeniler Ermeni Gregoryen
Kilisesi’ne bağlı olduklarından dolayı Ermeniydiler. Ermeniler Doğu Anadolu’da
buranın diğer sakinleriyle (halklarıyla) aynı temel kültürü paylaşıyorlardı.
Ermenilerin çoğu, belki de pek çoğu Türkçeyi ilk dil olarak konuşuyorlardı.
Bugün bile Türk ve Ermeni yiyecekleri, halıcılık ve çinicilik benzeri bazı Türk
ve Ermeni geleneksel sanat yapıtları neredeyse ayırt edilmeyecek kadar
birbirine benzemektedirler. [4]
Ermeni hareketlerinde, milliyetçilik
akımı çok etkili güç olmuştur. Fakat Ermeniler arasında bağımsızlık devlet
fikrini, Ermeni milliyetçiliği değil, Ermeni kilisesi doğurmuştur.[5]
Ermeni halkının böylesine bir devlet kurma hayalini ne gerçekleştirecek tarihi
bağları vardı nede buna kendilerinin inancı vardı. Büyük Devletlerin yardımı ve
kışkırtmalarıyla alevlenen milliyetçilik duyguları sonucu Devleti Aliye’ye baş
kaldırmışlardır.
Ermeniler de
Tanzimat ve Islahat reformlarıyla bütün gayr-i Müslim halkı tanınan hak ve
imtiyazlardan faydalanmışlar ve 1862 yılında kabul edilen ‘’Ermeni Milleti Nizamnamesi’’ ile bir çeşit anayasal haklara sahip
olmuşlar, bağımsız bir toplum muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu geniş
imtiyazlardan faydalanan Ermeniler örgütlenip okullar açtı, gazete ve dergiler
çıkardılar.[6]
‘Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin
1863’de ilanından sonra patrikler, daha çok milli ve siyasi cephelerde
çalışmaya başlamışlardı. Bu nizamname ile Ermenilerce özerklik için önemli bir
adım sayılmış ve Avrupalı Devletlerin desteğiyle de artık bunu başaracaklarını
ümit etmeye başlamışlardı.
1800’lerden itibaren Amerikan
misyonerleri Osmanlı topraklarında da önemli rol oynamışlardı. Ermenilerin
milli şuurla ve Hıristiyanlık gelenekleriyle yetiştirilmeleri Amerikan
misyonerlerin öncelikli görevleri olmuştu. Örnek verecek olursak bu
misyonerlerin en büyük başarısı Robert Koleji’nin açılmasından sonra
görülmüştür.[7] İlk
öğrencileri Ermeni ve Bulgar olan gençlerden oluşmaktaydı. Bunlara burada milli
şuur aşılanıyor ve kendilerinin bir devlete sahip olabilecekleri empoze
ediliyordu. Okulların sayısı 1845’te 7 okuldan, 1913’te 450 okula ve 26.000
öğrenciye ulaştı.
Osmanlı Devleti, Büyük Devletler
nazarında er veya geç bir gün yıkılacaktı. Burada ki asıl sorun ise Osmanlı
yıkıldığında en çok payı kimin alacağıydı. Bunun için de kendi aralarında
siyasal oyunlar oynamaktan geri kalmıyorlardı. Bu nedenle, Ermeni
milliyetçiliğinin uyanmasında patrikhane’ye en büyük yardımı Büyük Devletler
sağladı.
Böylesi bir durumda akıllara 2.
Abdülhamid’in şu sözleri akla gelmektedir:
‘’...Apaçık görüyorum ki Avrupa’nın
büyük devletleri kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmıştırlar. Bölüşecek
ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başıma
duramazdım. Gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey aralarında ki rekabetten
yararlanıp her birine daha büyük lokma ümidi dağıtarak birini -ötekine
düşürmekten ibaretti’’.[8]
1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nın
Türklerle Ermeniler arasında ki ilişkilerde bir dönüm noktası olmuştur. Söz
edilen savaşı Osmanlı ağır yenilgiyle kaybetmesi üzerine Rus ordularının işgal
ettikleri bölgelerde, Rusyalı Ermeni subay ve komutanların Osmanlı Ermenileriyle
temasa geçmeleri ve onları destekleyebileceklerini kanaati yaratmaklarıdır. Bununla
birlikte Rus orduları Ayastefanos’a kadar geldiğinde Ermeni Patriği Nerses
Varjebedyan Rus Komutan Grandük Nikola’nın karargâhına kadar giderek, ondan
Doğu Anadolu’daki Ermeniler için devlet talep etmiş ve savaş sonrasında
Ayastefanos Antlaşmasına sıkıştırdığı 16. madde ile bir dereceye kadar,
Ermenilerin koruyucu durumuna yükselmiştir. Artık bu saatten sonra Ermeni
Meselesi bir iç olay olmaktan çıkmış ve artık uluslararası bir konu olmuştur. Bu antlaşma ile ‘’Ermeni’’ adı ilk defa uluslararası bir antlaşmada kendisine yer
bulmuş oluyordu. Ermeniler adına bu bağımsızlık olma adına büyük bir adım
olarak nitelendirilmiştir. Rusya bu 16.madde de geçen ‘’Ermenistan’’ ifadesiyle
böyle bir memleketin varlığını da Osmanlı Devletine kabul ettirmiş oluyordu.
Ancak bu antlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Çünkü Rusya, Ortadoğu’da ki
devletlerarası dengeyi bozmuştu ve buna tepkilerin hemen gelmesi kaçınılmazdı.
Bundan rahatsızlık duyan İngiltere Ayastefanos Antlaşmasının yerine Berlin’de
Büyük Devletler önünde antlaşmasının yenilenmesini istedi. Bunu üzerine Berlin
Antlaşmasında Ermeniler hakkında 61. madde olarak değiştirilmiştir. Ayastefanos
Antlaşması ile Rusya’nın ‘Doğu Sorunu’nu kendi çıkarlarına göre çözümlemeye
çalışması, Osmanlı Devleti üzerinde ki etki sahibi olan olmaya başlaması
üzerine, Osmanlı Devleti’ni tek parçalamaya çalışması üzerine Büyük Devletler
diye tabir ettiğimiz İngiltere, Rusya, Amerika bundan rahatsızlık duyacaklardı.[9]
İngiltere diğer yandan Rusya’nın
İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini anlatmak için Marmara’ya bir donanma
yollamış ve Lord Beaconsfield Malta’da ki İngiliz askerlerin sayısını
artırmıştır. Bunlar üzerine Rusya’nın yeni bir antlaşma yoluna gitmemesi
üzerine de Dış işleri Bakanı Lord Derby’nin böyle bir durumda savaş yoluna
gidebileceklerini açıkça belirtmiştir.[10]
Öte yandan, İngiltere, Osmanlı
Devleti’ne başvurarak Doğu Anadolu’dan gelecek olası bir Rus tehlikesine karşı
imparatorluğu korumak ve yardım edebilmek amacını ileri sürerek, Kıbrıs
Adasının işgali ve yönetiminin kendilerine verilmesini istiyor yine öyle bir
tehlike karşısında Ermeniler için Islahatlar yapılmasını istiyordu. [11]
Ayastefanos Antlaşması’nın
imzalandığı 3 Mart 1878 ile Berlin Kongresi’nin toplandığı 13 Haziran 1878
tarihleri arasında, neredeyse 3 ay olduğunu düşünürsek ve bu süre zarfında
Ermeni Patriği Nerses Varjebedyan ve önde gelenler boş durmamış ve
Balkanlar’daki gayr-i Müslim halkın bağımsızlık yolundaki faaliyetlerinin Doğu
Anadolu’da tekrarlanmasını istiyorlardı.
Ermeniler bütün çabalarına rağmen,
Berlin’den elleri boş olarak geri dönüyorlardı. Bağımsız bir Ermenistan alarak
geri döneceklerini sanan Ermeniler bağımsızlık elde edemeden geri döndüler.
Böylece, ‘’Ermeni Sorunu’’, büyük devletlerin korumasında olmak üzere Osmanlı
Devleti’nin artık iç işi olmaktan çıkıyordu.
Sultan 2.Abdülhamit bu zamanları
hatıralarında şöyle değerlendiriyor;
13.Mart.1333 (1917) Beylerbeyi
Sarayı
‘’Ermeni
meselesi, Ermeniler meselesi değildir. Rahat bir dille söyleyebilirim ki,
Ermeni milleti, Osmanlıyı en iyi benimsemiş, onu en iyi temsil etmiş bir
kavimdi. Medeniyetimize hizmet etmişler, devletimizin bekasına çalışmışlar,
hizmetleri ile ve sadakatleri ile mümtaz Osmanlı çıkarmışlardır. Ermenilerin
bizden hiçbir şikâyetleri yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki
emellerine ulaşınca, Osmanlı imparatorluğundan yeni bir parça daha koparmak
için, Ermenileri parmaklarına doladılar. Gönderdikleri ajanlarla, önce
papazları, öğretmenleri ele geçirdiler, sonra buldukları macera düşkünü
Ermenileri bizim aleyhimize çevirdiler. Hiçbir kavim, bağlı olduğu ülke
zayıflarsa rahat durmaz. Bu sebeple, Ermenilerin de tek başlarına uslu
oturduklarını söylemek istemiyorum. Fakat tek başlarına hiçbir güçleri olmadığı
için, diğer kavimler gibi onlar da bir süre daha bekleyebilirlerdi. Ancak
tahrik ve fitne, bazılarını hemen ayaklandırmaya yetti. Aslına bakacak olursak
Ruslar, Türkiye'de müstakil bir Ermenistan kurulmasından yana değildiler. Çünkü
kendi sınırları içinde de Ermeniler vardı, o zaman bunlar da bu Ermenilere
katılmak isteyeceklerdi.
Rusların
hesabı, kendi Ermenilerinin ağızlarına bir parmak bal çalmak Türkiye’nin başına
bir gaile çıkarmaktan ibaretti. Fitneyi bastırmak için elimden geleni yaptım.
Çok geçmeden buna Fransızlar ve İngilizler de katıldılar. Osmanlı ülkesinden
koparılacak yeni parçada, onlar da söz sahibi olmak istiyorlardı, ilk Ermeni
komitesinin Türkiye'de değil de Paris’te kurulmuş olması, her şeyi ortaya
koyar. Fitnenin başı dışarıda idi. Ben, fitneyi bastırmak, bu iyi Osmanlıları,
yanlış yollara sapmaktan kurtarmak için elimden geleni yaptım. Bir yandan
kendilerine şefkatle muamele ettim, bir yandan Katolik ve Ortodoks Ermeniler
arasındaki anlaşmazlığı kullanarak, uzun müddet, bir fikir etrafında
toplanmalarını engelledim. Fransızlar, Katolikleri himaye ediyorlar, Ruslar,
Ortodokslara arka çıkıyorlardı. Ben, bazen birini, bazen ötekini tutarak, ama
her ikisinin de Osmanlı Reayası olduğunu hatırdan çıkarmayarak, tahrikleri
önlemeğe çalıştım. Önce birbirlerini kırdılar, sonra dönüp Müslüman ahaliye
saldırdılar. Bu oyunu, ben de dünya da biliyordu. Çünkü Bulgaristan'da denenmiş
ve sonunda Bulgaristan'a muhtariyet adı altında bağımsızlık kazandırmıştı. Onun
için zabıta kuvvetleri ile Ermeni - Müslüman çatışmasını önlemeğe çalışıyordum.
Ermenilerin muradı, Müslümanları kışkırtmak, üstlerine saldırtmak, sonra da
dünyayı ayağa kaldırtmaktı. Bundan sonra Avrupa devletleri işe karışacaklar, bu
iki unsurun bir arada yaşayamayacaklarını ileri sürerek muhtariyet
isteyeceklerdi. Papazlar, öğretmenler, ajanlarla sürdürülen bu tahrikler,
önceleri pek itibar görmedi. Birçok Osmanlı ermeni, bu kışkırtmaları hoş
karşılamadı. Bunun üzerine kurulan çeteler, önce bu namuslu Ermeni
vatandaşlarımı yola getirmek için bunları kesip öldürmeğe başladılar. Bu
namuslu Ermeniler, bir taraftan hükümetten, bir taraftan çetelerden
çekiniyorlardı. Sonra, sonra bunlar da çeteleri desteklemeye, beslemeye,
saklamaya başladılar.
Türk Kılığına Girmiş Ermeni
Eşkıyaları;
Birinci
safhası böyle biten oyunun ikinci safhasına geçildi. Türk kılığına giren
Ermeniler, kendilerine yardım etmek istemeyen kendi vatandaşlarını öldürüp
sonra da ‘’Görmüyor musunuz, sizi Türkler kesiyor, siz hâlâ bizimle birlik
olmuyorsunuz’’ demeğe başladılar. Bir yandan da Türk köylerine giriyorlar ve
Müslüman halkı türlü işkencelerle öldürüyorlardı. Bunların içinde, vücudu
bıçakla yarılıp içine barut doldurulduktan sonra tutuşturulanlar da vardı! Bu
Ermeni tahrikçileri özellikle Sason bölgesinde tahriklerini sürdürüyorlardı. Bu
Ermeni - Müslüman kavgasını sona erdirmek için, müşir Zeki Paşa emrindeki
orduyu, bu sahaya sevk ettim ve ayaklanmayı bastırdım. Büyük devletler
elçileri, birbirleri peşinden Saraya koştular; zavallı Ermenilerin kılıçtan
geçirildiğini ve bunun zulüm olduğunu söylüyorlardı. Hele İngiltere elçisi,
hemen bir tahkikat heyetinin kurulmasını istiyor ve buna öncülük etmek için de
bir İngiliz Askerî Ataşesinin hemen olay yerine gönderileceğini söylüyordu.
Bütün elçilere ve bu arada daha sert bir dille İngiliz Elçisine, bunun bir
asayiş meselesi olduğunu, Ordunun buralardaki eşkıyaları temizlediğini söyledim
ve ilâve ettim ateşe göndermenize müsaade edemem. Çünkü bu günlerde buralarda
bir İngiliz Ataşesinin görünmesi, yatışmış toplumları yeniden birbirine
düşürebilir. Elçi yanımdan hayret içinde ayrıldı. Çünkü ben o günlerde
İngiltere'nin uzak doğuda Ruslarla başlarının iyice derde girmiş olduğunu
biliyordum. Hem Rusya, hem İngiltere, hem de Almanya'dan çekinen Fransa ciddî
bir müdahalede bulunamazdı. Nitekim bulunmadı da. Fakat bunu izleyen yıllar
İngiltere Ermeni meselesini ayakta tutmak için, elinden geleni yaptı. Çünkü bu
suretle Mısır'da giriştiği işleri örtmüş oluyor, dünyanın dikkatini Türkiye
üzerinde uyanık olarak tutuyordu.
Jön Türk - Ermeni İşbirliği;
Anadolu'da
yaptıkları hareketlerle muratlarına eremeyeceklerini anlayan Ermeniler,
çetelerini, komitecilerini İstanbul'a soktular ve İstanbul'da çeşitli
kargaşalıklar çıkarmaya çalıştılar. Bunda muvaffak da oluyorlardı. Fakat
Avrupa'nın büyük devletleri de, hiçbir yerde çoğunlukta olmayan bu dağınık
Ermenilere benim muhtariyet vermeyeceğimi, bunun için her şeyi göze
alabileceğimi biliyorlardı. Onlar da kendi aralarındaki rekabet yüzünden savaşa
girecek takatte değildiler; bu yüzden Ermeni meselesi, Türkiye için bir
huzursuzluk, Avrupa için Türkiye'ye müdahale imhanı olarak son yılara kadar
sürdü gitti. Fakat Avrupa gazeteleri meseleyi parmaklarına dolamışlardı.
Durmadan yazıyorlar şahsıma ‘’Kızıl Sultan’’ diye hücum ediyorlar, dünya efkârı
kamuoyu aleyhimize kışkırtıyorlardı. Böylece Ermeni meselesi bir dünya efkârı
umum iyesi meselesi olmuştur ama devletlerarası ciddî bir mesele olmamıştır. Bu
mevzuda Sait Paşa'nın hizmetleri büyüktür.’’[12]
3.
1915 TEHCİRİ VE SOYKIRIM İDDİALARI
Türk-Ermeni ilişkiler yaklaşık
olarak bin yıllık bir geçmişe kadar uzanmaktadır. Bu ilişkilerin 19. Yüzyılın
ortalarına kadar iki halkın arasında bir sıkıntı veya gerginlik yaşanmamış ve
dostane olarak geliştiğini bilmekteyiz. İlişkiler hiç olmadığından iyi olduğunu
yerli kaynaklar dışında yabancı kaynaklarda da görmek mümkündür. Türk milleti
Ermeniler için ‘’Millet-i Sadıka’’
olarak adlandırılan Ermeniler, emperyalist devletler, misyoner okulları, bağlı
bulundukları kilise, Hınçak ve Taşnak örgütlerinin kışkırtmalarıyla 1882-1909
yılları arasında yaklaşık olarak 40 tane isyan çıkarmışlardır. Bu isyanlar bir
süre sonra öyle bir noktaya kadar gelecekti ki sonunda Sultan 2. Abdülhamid’in
arabasına bomba koyup patlatmayı bile düşünmüşlerdi. Nitekim başarılı
olamamışlardır.[13]
1863’de Ermeni Nizamnamesi ile
ayrıcalık olan Ermeniler hemen arkasından Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarıyla
uluslar arası bir sorun haline gelmişlerdi. Rusların Kafkasya’da Ermeniler
vasıtasıyla Ermenilere bağımsız bir devlet kurma hayali Osmanlı Devleti
tarafından yakından takip ediliyordu. Ruslar destek verdikleri Ermenileri köylü
kıyafetinde Ermeni köylerine göndererek çeteler oluşturuyorlar, Osmanlı
sınırlarında ve kritik bölgelerde silah ve cephane dağıtıyorlardı. Bu
bölgelerde ki Osmanlı ordusuna gerekli yazılar yollanıp uyarıldı.
Van havalisindeki Ermenilerin
Ruslarla işbirliği neticesinde gerçekleştirdikleri isyan sırasında yaşanan
katliamlar, bardağı taşıran son damla olmuştur. Tehcir kararı, Başkomutan
Vekili Enver Paşa'nın ikazları sonrasında İçişleri Bakanı Talat Paşa'nın
Erzurum, Van ve Bitlis valilerine gönderdiği 9 Mayıs 1915 tarihli şifreli
telgrafla gündeme gelmiştir. 24 Mayıs 1915'te Rusya, Fransa ve İngiltere'nin, ‘'Ermenistan'’
diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, Ermenilerin öldürüldüklerini
ve hâdiselerden Osmanlı Hükümeti'ni sorumlu tutacaklarını açıklamaları üzerine
mesele uluslararası bir boyut kazanmış ve hukukî bir zemine oturtulması
zorunluluğu doğmuştur. 27 Mayıs 1915'te Meclis'te kabul edilen "Yer
Değiştirme Kanunu", 1 Haziran 1915'te dönemin Resmî Gazetesi Takvim-i
Vekâyi'de yayınlanan yasa yürürlüğe girmiştir.[14]
Dört maddelik kanun, "savaş hâlinde devlet idaresine karşı
gelenler için askerî birliklerce alınacak tedbirleri" içermektedir.
İddia edilenin aksine Tehcir Kanunu, belli bir ideolojinin uzantısı olarak
sadece Ermenileri hedef almamıştır. Kanun metninde herhangi bir etnik grup veya
topluluktan bahsedilmemiş, hatta Osmanlı Hükümetince böyle bir ima dahi
edilmemiştir. Burada asıl neden, ülkenin askerî gücüne karşı gelen, halka karşı
katliam ve yağmacılık yapan, düşmanla işbirliği içinde casusluk faaliyetlerinde
bulunan, Osmanlı ordusunun harekâtını güçleştirmek için zorluk çıkaran, askere
gıda, silâh ve mermi ulaştırılmasını engelleyen çetelerin verdikleri zararları
önlemektir. Maalesef savaş yıllarında Ermeniler arasından isyan ve karışıklık
çıkararak bu türlü hâdiselere sebebiyet verenler olmuş ve bunların savaş sahasının
dışına sevk edilmeleri kararlaştırılmıştır. 9 Haziran 1915 ile 8 Şubat 1916
tarihleri arasında gerçekleşen yer değiştirme uygulaması çerçevesinde; Erzurum,
Van, Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı ile Zor
ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise
Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna yerleştirilmiştir.
Buna rağmen Ermeni ihtilâl komitelerinin tehcir kararı öncesinde başlattıkları
tedhiş faaliyetleri, göç sırasında da devam etmiştir.[15]
Devletin varlığı ve kamu düzeni
adına alınan bu kararın tatbikinde problem yaşanmaması için Osmanlı Sadareti
(Başbakanlık) ile İçişleri, Harbiye ve Maliye gözetiminde arasında koordinasyon
kurulmuş; son derece doğru ve yerinde tedbirler alınmıştır. Ayrıca ilgili bütün
makamlara bu hususta tebligatta bulunulmuştur. Günümüzde çeşitli zeminlerde
Osmanlı Devleti'ne ve milletimize soykırım suçu işleyen kişilerin, arşiv
vesikalarında ayrıntılı bir şekilde yer alan bu hususları dikkate almaları
gerekmektedir. Osmanlı Sadareti tarafından 30 Mayıs 1915'te söz konusu
bakanlıklara gönderilen yazıda, Tehcir Kanunu'nun tatbikinin nasıl yapılacağı
ayrıntıları ile belli kurallara bağlanmıştır. Buna göre;
a) Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can
ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir.
b) Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen
Ödeneği'nden karşılanacaktır.
c) Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve
arazi verilecektir.
d) Muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşâ
edilecek, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecektir.
e) Geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine
ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten
sonra, paraları kendilerine ödenecektir.
f) Göçmenlerin ihtisasları (uzmanlık sahaları) dışında kalan
zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi
gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve
bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.
g) Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu
hususta ayrıntılı bir talimatname (emir yazısı) hazırlanacaktır.
Bununla birlikte Osmanlı Devleti bu tedbirlerin dışında şu
durumları da arz etmektedir:
- Göç işlemlerini denetlemek ve idare etmek üzere Adana,
Halep, Maraş gibi merkezlere mülkiye müfettişleri tayin edilmiştir.
- Göç hareketlerine ilişkin her türlü ihtiyacın karşılanması
maksadıyla 'Göçmen Umum Müdürlüğü' kurulmuştur.
- Kafilelere araç ve binek hayvanı sağlanmıştır.
- Yaşlı Ermeniler, özürlüler, sakatlar, dul kadınlar, hasta
ve yetim çocuklar göçe tâbi tutulmamış; bunların her türlü ihtiyaçları devlet
tarafından karşılanmış ve yetimhaneler kurulmuştur.
- Korunmaya muhtaç Ermeni aileler ihmal edilmemiş; erkekleri
sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin, Ermeni dışında
yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmesi, geçimlerinin Göçmen
Ödeneği'nden sağlanması bildirilmiştir.
- Tehcir edilenlerin canlarının, mallarının korunması; yeme,
içme ve dinlenmelerinin sağlanması sevk güzergâhları üzerindeki yerel
idarecilere bırakılmıştır.
- Hem sevkiyat esnasında hem de yerleştirildikleri yerlerde
kafilelerin emniyeti ve iaşeleri için ciddi bütçeler tahsis edilmiştir.
Kafilelere sıcak ve etli yemek verilmesi, hastalara bakılması ve güzergâhlar
üzerindeki hastanelerin ihtiyaçlarının giderilmesi hakkında emirler
verilmiştir.[16]
4.
SONUÇ
Osmanlı Devleti hiçbir zaman kendi
halkına zulmeden bir İmparatorluk olmamıştır. Osmanlı bu noktada bile dönemin
şartları içerisinde elinden gelen her şeyi yapmıştır diyebiliriz. Uluslar arası
medya da kamuoyunda veya çeşitli platformlarda yazılıp çizildiği gibi bir buçuk
milyon veya bir milyon Ermeni yerinden edilmemiştir. Bu bir iftiradır. Bir kere
bütün Ermeniler de yerinden edilmemiştir. Protestan ve Katolikler Anadolu’nun
belli yerlerinde yaşamaya devam etmişlerdir. Devlette görevli olanlar, İstanbul,
İzmir veya Edirne’de yaşayan Ermenilerde yerinden edilmemiştir. Şimdi geriye
gönderilenlerin miktarı bugün abarttırılarak bir milyon, bir buçuk milyonla
tabir edilmektedir. Şuna bakmak lazımdır ki o zamanın Ermeni nüfusu ne
kadardır. Bunu bilmeden sağlıklı bir araştırma yapmış olmayız. O tarihlerde Fransız Dışişleri Bakanlığına
yollanan belgeye bakarsak 600.000 ile 700.000 arasındadır. Osmanlı belgelerinde
ise bu sayı 400.000 ile 500.000 arasındadır. ABD arşivlerinde ise 500.000
civarında olduğunu görmekteyiz. Gidenlerin aksaklıklar olmasına rağmen önemli
bir kısmı gidecekleri yerlere sıkıntısız bir şekilde gitmeleridir. Yabancı
belge ve arşivlerde bunu kanıtlamaktadır.
Bu bilgiler ışığında şuan da ki
sayılara bakarsak bölge de bulunan nüfusların neredeyse iki katına denk
olduğunu görmekteyiz. Bizde ki sıkıntı şudur ki biz kendi tarihimizi bile
öğrenmekten aciz olan bir millet var olmaya başlamaktadır. Biz kendi tarihimize
sahip çıkıp bizim tarihimizi şuan da olduğu gibi başka kişiler araştırıp
önümüze dayattıkları sürece biz daha çok ‘’Ermeni Sorunu’’ gibi olaylarla
karşılaşırız. Sultan 2. Abdülhamid’in 12 Mart 1917 tarihinde Beylerbeyi
Sarayında yazmış olduğu cümleler manidardır. Yazıda ‘’dün yazdığım satırları bugün bir daha okudum. Gladiston’un ‘’Kızıl Sultan’’ı
tarih sahnesinden çekileli sekiz yıl on bir ay oldu. Acaba Ermeni vatandaşlarım
hallerinden daha memnun ve geleceklerinden daha mı güvenli midirler?...’’ [17]
Şimdi Ermeni halkına aradan geçen
yaklaşık 90 yıllık zamandan sonra şu soruyu sorsak acaba ne cevap
verirler? Bulundukları coğrafya da daha
mı mutlular yoksa pişman mıdırlar?
[1]
GEZİCİ Aytekin, Osmanlı Tarihi, s.385
[2]
GEZİCİ Aytekin, Osmanlı Tarihi,
s.137
[3]
Ermenilerin yaşadığı yerler
[4]
BEYDİLLİ Kemal, 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı ve Ermeni Tehciri, s 45
[5]
Enver, Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.8, Ankara, 1998, s.127
[6]
Mehmet Aydın,
İkinci-Abdülhamid-liderlik-sırları, s.89–90
[7]
Tosun, Ramazan, Ermeni Meselesinin
Ortaya Çıkışı Ve Mahiyeti, s.69
[8]
BOZDAĞ İsmet, Sultan Abdülhamit’in
Hatıra Defteri, s.12-14
[9]
AKÇA Bayram, 1915 Ermeni Tehciri ve Urfa
Mutasarrafı Şehit Nusret Bey, s. 13
[10]
EROĞLU Mecbure, Ermeni Meselesi,
s.17
[11]
Fahir h. ARMAOĞLU, Siyasi Tarih, s.
271
[12]
BOZDAĞ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra
Defteri, s. 56–61
[13]
BEYOĞLU Süleyman, 1915 Tehciri ve
Soykırım İddiaları, s.171-191
[14]
BEYOĞLU Süleyman, 1915 Tehciri ve
Soykırım İddiaları, s.171-191
[15]
MEMMEDOV Süleyman, Tarihte Ermeni Terörü,
s.217-224
[16]
ARMAĞAN Mustafa, Abdülhamid'in Kurtlarla
Dansı, s. 45-52
[17]
BOZDAĞ İsmet, Sultan Abdülhamit’in
Hatıra Defteri, s.60
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder