1 Ekim 2015 Perşembe

Ermeni Tehcirinin İç Yüzü



ÖZET
Uzun yıllardır çeşitli kamuoylarında ve çeşitli ülkelerin meclislerinde gündeme gelen sözde 'Ermeni Soykırım Kanun Tasarısı', kamuoyunu ve Türk dış siyasetini yıllardır meşgul eden meseleler arasındadır. Hrank Dink'in katledilmesi, Türkiye Ermenilerinin tarihini ve soykırım iddialarını yeniden gündeme getirmeye yaramış gözüküyor. Televizyon ve gazetelerin cinayet sonrası performansına bakılırsa bir  ''Ermeni Rönesans’ından bile söz etmek mümkündür.
Tarihe bakarsak, Ermenilerin içe kapanışının oldukça yeni bir olay olduğunu görürüz. Osmanlı döneminde Ermenilerin uzun yıllar ''Sadık Millet'' olduklarını biliyoruz. Dahası, Osmanlı Devletinin Ermeni milletinin iç işlerine karışmamak ve bütünlüklerin sağlamak bakımından nasıl büyük bir hassasiyet sergilediklerini de kaynaklarımız yazmaktadır. Aslında 1915'te Türkler ve Ermeniler arasında gerçekte ne yaşandığını anlayabilmek için 1915'ten önceki olayları incelemek gerekir. Peki, acaba neden Ermeni Komiteciler sözde soykırım iddiası yalanına ihtiyaç duydu. Neden yapmadığı bir şey için 1000 yıllık dostuna iftira attı. Osmanlı Devleti'nin Tehcir Kanunu'na neden ihtiyaç duyduğunu ve kanunun uygulanması sırasında ki aldığı tedbirlerin ne denli kapsamlı olduğunu göreceğiz.
Osmanlı Devleti, isteksiz olmasına rağmen Birinci Dünya Savası’na girmek mecburiyetinde kalmıştı. Bu savaşta bilindiği gibi çok çeşitli cephelerde mücadele etmek durumunda kaldı. Bunu fırsat bilen ve bilhassa Doğu Anadolu’da yasayan Ermeniler, özellikle Rusya, İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmalarıyla Osmanlı Ordularını arkadan vurdukları gibi, gönüllü olarak Rus Ordularıyla birlikte Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından işgal edilmesine de yardımcı oldular. Bu yetmezmiş gibi, Van ve civarında Ermeni olmayan bütün halka karsı katliam hareketlerine başladılar. Bu katliamlarını diğer vilâyetlere de yaygınlaştırmaya çalıştılar. Osmanlı Devleti de bunun üzerine gerek kendi güvenliğini gerekse Ermeni olmayan diğer vatandaşlarının can ve mal güvenliklerini korumak amacıyla geçici olarak Ermeni vatandaşlarının bir kısmını Suriye’nin bazı bölgeleriyle Halep ve civarına tehcir etmek mecburiyetinde kalmıştır.







1. OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA ERMENİLER
Osmanlı devletinde gayrimüslimlerin dil ve dinleri konusunda büyük bir hoşgörüden yararlandıkları bir tarihi gerçektir. Bu tavır her Müslüman Türklerin dünya görüşlerinden, hem de çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Müslüman olmayanların oturdukları topraklar İslam egemenliğine geçince burada ki ahaliyle, yasal haklarını, dinsel inançlarını, mal ve mülklerini garanti eden bir antlaşma yapılmaktadır. Bu antlaşmaya ’zimma’ denmektedir. [1]
Osmanlıların dini azanlılarına gösterdikleri hoşgörünün pratik nedenleri de vardı. Pek çok dini grup barındıran imparatorluk bunlarla beraber yaşamaktaydı. Yahudi, Katolik, Ortodoks, Müslümanlar vb. bütün bu grupların günlük yaşamlarında ki hayatlarını etkileyen birinci faktör dindi. Osmanlılar dinde zorlamaya gitseydi tebaa belki çok önceden isyan ve başkaldırmaya gidebilirdi. Osmanlı imparatorluğu sınırları içersinde gayr-i Müslimler ‘Millet Sistemi’ içinde örgütlenmiştir. Ulusal çıkarlarını, dini çıkarlarını veya herhangi bir istek veya arzularını rahatlıkla dillendirebilmişlerdir. İlk Osmanlı padişahları Ermenilerin, Bizans’ın zulmünden kurtarmak için Anadolu’da ayrı bir toplum olarak yapılanmalarına izin vermiş ve Batı Anadolu’da ki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur. Bursa’nın fethi ile bu dini merkez Kütahya’dan alınıp Bursa’ya taşınmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul fethinden sonra ise Bursa’da ki dini lideri Hovakim 1461’de İstanbul’a getirilmiş ve Fatih’in fermanı ile İstanbul’da Ermeni Patrikhanesi kurulmuştur.[2] Bu da bize gösteriyor ki, Ermeniler Osmanlı yönetiminden inkâr dahi edilemeyecek bir hoşgörüden yararlanmışlardır.
Osmanlı 1896 tarihli kayıtlarına göre Doğu’da ki 6 il[3]’in nüfusları şöyledir:
Vilayet
Müslüman
Ermeni
Diğerleri
Erzurum
445.548
101.138
3.356
Van
59.412
60.448
Yok
Bitlis
167.054
101.358
Yok
Harput
300.118
73.178
543
Diyarbakır
289.591
46.823
1.116
Sivas
766.558
116.545
37.813
TOPLAM
2.028.351
499.490
42.878
1896 tarihli kayıtlar, bütün Osmanlı İmparatorluğunda 1.160.000 Ermeni’nin yaşadığını göstermektedir. İleride göreceğimiz soykırım iddialarında iddia ettikleri ölen nüfus ise bu rakamların neredeyse iki katıdır.
Osmanlı istatistikleri genelde doğrudur. O yıllarda ki sayım tekniklerini yetersizliğinden doğan yanlışlıklar dışında, siyasal nedenlerle Ermenilere karşı hazırlanmış istatistikler değildir. Zaten yabancı kaynaklarda Ermeni nüfusunun genelde 1.300.000 ile 1.500.000 arasında olduğunu saptar. Buda bizim kaynaklarımıza yakınlığını göstermektedir.
Özetle, Osmanlı topraklarının tümünde bile Ermenilerin toplam nüfusları üç yâda dört milyon değildir. Nüfuslarını artırmalarının nedeni ise Doğuda ki altı ilde nüfus çoğunluğunu bulundurmak ve büyük devletlerden bu konuda yardım istemekti.
2. ERMENİ SORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI ve ULUSLAR ARASI DURUMA GELMESİ
19. yüzyılın ikinci yarısında, ‘’Ermeni Sorunu’’ diye bir konu çıkmış ve günden güne uluslar arası konuma yükselmişti. Bu sorunun ortaya çıkış nedenini tek bir şeye bağlamak yanlış olur. Çeşitli nedenleri bulunmakla birlikte Osmanlı’nın giderek zayıflayıp toprak kaybetmesi de bu durumda etkilidir. Bu nedenleri 19.yüzyılında Osmanlı’nın dağılmasını ve çöküşünü hızlandıran öğe olarak milliyetçiliğin etkisinde, sonrada Osmanlı iç sorunlarında ve büyük güçler ile girdiği ‘’Şark Meselesi’’inde aramak gerekir.
Bu dönemde toprak kayıplarıyla zayıflayan Osmanlı, özellikle Fransız İhtilalı’nın doğurduğu sonuçlarla kendi toprakların da yaşayan milletler tarafından bağımsızlık söylemi geliştirmeye başlayacaklardı. 
19. yüzyılda Osmanlı Ermenileri kendilerini ulus olarak görmeye başladılar. Milliyetçilik ideolojisi Osmanlı tarihsel birikimi ve düşüncesi için yabancıydı. Milliyetçilik, Avrupa’da ortaya çıkmış ve Osmanlı’ya ithal edilmişti. İmparatorluğun ilk zamanlarında halk gruplandırmasını din öğesiyle yapılmaktaydı. Ermeniler Ermeni Gregoryen Kilisesi’ne bağlı olduklarından dolayı Ermeniydiler. Ermeniler Doğu Anadolu’da buranın diğer sakinleriyle (halklarıyla) aynı temel kültürü paylaşıyorlardı. Ermenilerin çoğu, belki de pek çoğu Türkçeyi ilk dil olarak konuşuyorlardı. Bugün bile Türk ve Ermeni yiyecekleri, halıcılık ve çinicilik benzeri bazı Türk ve Ermeni geleneksel sanat yapıtları neredeyse ayırt edilmeyecek kadar birbirine benzemektedirler. [4]
Ermeni hareketlerinde, milliyetçilik akımı çok etkili güç olmuştur. Fakat Ermeniler arasında bağımsızlık devlet fikrini, Ermeni milliyetçiliği değil, Ermeni kilisesi doğurmuştur.[5] Ermeni halkının böylesine bir devlet kurma hayalini ne gerçekleştirecek tarihi bağları vardı nede buna kendilerinin inancı vardı. Büyük Devletlerin yardımı ve kışkırtmalarıyla alevlenen milliyetçilik duyguları sonucu Devleti Aliye’ye baş kaldırmışlardır.
            Ermeniler de Tanzimat ve Islahat reformlarıyla bütün gayr-i Müslim halkı tanınan hak ve imtiyazlardan faydalanmışlar ve 1862 yılında kabul edilen ‘’Ermeni Milleti Nizamnamesi’’ ile bir çeşit anayasal haklara sahip olmuşlar, bağımsız bir toplum muamelesi görmeye başlamışlardı. Bu geniş imtiyazlardan faydalanan Ermeniler örgütlenip okullar açtı, gazete ve dergiler çıkardılar.[6]
‘Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin 1863’de ilanından sonra patrikler, daha çok milli ve siyasi cephelerde çalışmaya başlamışlardı. Bu nizamname ile Ermenilerce özerklik için önemli bir adım sayılmış ve Avrupalı Devletlerin desteğiyle de artık bunu başaracaklarını ümit etmeye başlamışlardı.
1800’lerden itibaren Amerikan misyonerleri Osmanlı topraklarında da önemli rol oynamışlardı. Ermenilerin milli şuurla ve Hıristiyanlık gelenekleriyle yetiştirilmeleri Amerikan misyonerlerin öncelikli görevleri olmuştu. Örnek verecek olursak bu misyonerlerin en büyük başarısı Robert Koleji’nin açılmasından sonra görülmüştür.[7] İlk öğrencileri Ermeni ve Bulgar olan gençlerden oluşmaktaydı. Bunlara burada milli şuur aşılanıyor ve kendilerinin bir devlete sahip olabilecekleri empoze ediliyordu. Okulların sayısı 1845’te 7 okuldan, 1913’te 450 okula ve 26.000 öğrenciye ulaştı.
Osmanlı Devleti, Büyük Devletler nazarında er veya geç bir gün yıkılacaktı. Burada ki asıl sorun ise Osmanlı yıkıldığında en çok payı kimin alacağıydı. Bunun için de kendi aralarında siyasal oyunlar oynamaktan geri kalmıyorlardı. Bu nedenle, Ermeni milliyetçiliğinin uyanmasında patrikhane’ye en büyük yardımı Büyük Devletler sağladı.
Böylesi bir durumda akıllara 2. Abdülhamid’in şu sözleri akla gelmektedir:
‘’...Apaçık görüyorum ki Avrupa’nın büyük devletleri kendi aralarında dünyayı bölüşmeye çıkmıştırlar. Bölüşecek ülkeler arasında Osmanlı mülkü de vardı. Ben bu kuvvetlerin önünde tek başıma duramazdım. Gücüm yetmezdi. Yapabileceğim tek şey aralarında ki rekabetten yararlanıp her birine daha büyük lokma ümidi dağıtarak birini -ötekine düşürmekten ibaretti’’.[8]
1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nın Türklerle Ermeniler arasında ki ilişkilerde bir dönüm noktası olmuştur. Söz edilen savaşı Osmanlı ağır yenilgiyle kaybetmesi üzerine Rus ordularının işgal ettikleri bölgelerde, Rusyalı Ermeni subay ve komutanların Osmanlı Ermenileriyle temasa geçmeleri ve onları destekleyebileceklerini kanaati yaratmaklarıdır. Bununla birlikte Rus orduları Ayastefanos’a kadar geldiğinde Ermeni Patriği Nerses Varjebedyan Rus Komutan Grandük Nikola’nın karargâhına kadar giderek, ondan Doğu Anadolu’daki Ermeniler için devlet talep etmiş ve savaş sonrasında Ayastefanos Antlaşmasına sıkıştırdığı 16. madde ile bir dereceye kadar, Ermenilerin koruyucu durumuna yükselmiştir. Artık bu saatten sonra Ermeni Meselesi bir iç olay olmaktan çıkmış ve artık uluslararası bir konu olmuştur.  Bu antlaşma ile ‘’Ermeni’’ adı ilk defa uluslararası bir antlaşmada kendisine yer bulmuş oluyordu. Ermeniler adına bu bağımsızlık olma adına büyük bir adım olarak nitelendirilmiştir. Rusya bu 16.madde de geçen ‘’Ermenistan’’ ifadesiyle böyle bir memleketin varlığını da Osmanlı Devletine kabul ettirmiş oluyordu. Ancak bu antlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Çünkü Rusya, Ortadoğu’da ki devletlerarası dengeyi bozmuştu ve buna tepkilerin hemen gelmesi kaçınılmazdı. Bundan rahatsızlık duyan İngiltere Ayastefanos Antlaşmasının yerine Berlin’de Büyük Devletler önünde antlaşmasının yenilenmesini istedi. Bunu üzerine Berlin Antlaşmasında Ermeniler hakkında 61. madde olarak değiştirilmiştir. Ayastefanos Antlaşması ile Rusya’nın ‘Doğu Sorunu’nu kendi çıkarlarına göre çözümlemeye çalışması, Osmanlı Devleti üzerinde ki etki sahibi olan olmaya başlaması üzerine, Osmanlı Devleti’ni tek parçalamaya çalışması üzerine Büyük Devletler diye tabir ettiğimiz İngiltere, Rusya, Amerika bundan rahatsızlık duyacaklardı.[9]
İngiltere diğer yandan Rusya’nın İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini anlatmak için Marmara’ya bir donanma yollamış ve Lord Beaconsfield Malta’da ki İngiliz askerlerin sayısını artırmıştır. Bunlar üzerine Rusya’nın yeni bir antlaşma yoluna gitmemesi üzerine de Dış işleri Bakanı Lord Derby’nin böyle bir durumda savaş yoluna gidebileceklerini açıkça belirtmiştir.[10]
Öte yandan, İngiltere, Osmanlı Devleti’ne başvurarak Doğu Anadolu’dan gelecek olası bir Rus tehlikesine karşı imparatorluğu korumak ve yardım edebilmek amacını ileri sürerek, Kıbrıs Adasının işgali ve yönetiminin kendilerine verilmesini istiyor yine öyle bir tehlike karşısında Ermeniler için Islahatlar yapılmasını istiyordu. [11]
Ayastefanos Antlaşması’nın imzalandığı 3 Mart 1878 ile Berlin Kongresi’nin toplandığı 13 Haziran 1878 tarihleri arasında, neredeyse 3 ay olduğunu düşünürsek ve bu süre zarfında Ermeni Patriği Nerses Varjebedyan ve önde gelenler boş durmamış ve Balkanlar’daki gayr-i Müslim halkın bağımsızlık yolundaki faaliyetlerinin Doğu Anadolu’da tekrarlanmasını istiyorlardı.
Ermeniler bütün çabalarına rağmen, Berlin’den elleri boş olarak geri dönüyorlardı. Bağımsız bir Ermenistan alarak geri döneceklerini sanan Ermeniler bağımsızlık elde edemeden geri döndüler. Böylece, ‘’Ermeni Sorunu’’, büyük devletlerin korumasında olmak üzere Osmanlı Devleti’nin artık iç işi olmaktan çıkıyordu.



Sultan 2.Abdülhamit bu zamanları hatıralarında şöyle değerlendiriyor;
13.Mart.1333 (1917) Beylerbeyi Sarayı
‘’Ermeni meselesi, Ermeniler meselesi değildir. Rahat bir dille söyleyebilirim ki, Ermeni milleti, Osmanlıyı en iyi benimsemiş, onu en iyi temsil etmiş bir kavimdi. Medeniyetimize hizmet etmişler, devletimizin bekasına çalışmışlar, hizmetleri ile ve sadakatleri ile mümtaz Osmanlı çıkarmışlardır. Ermenilerin bizden hiçbir şikâyetleri yoktu. Fakat Ruslar, Bulgaristan üzerindeki emellerine ulaşınca, Osmanlı imparatorluğundan yeni bir parça daha koparmak için, Ermenileri parmaklarına doladılar. Gönderdikleri ajanlarla, önce papazları, öğretmenleri ele geçirdiler, sonra buldukları macera düşkünü Ermenileri bizim aleyhimize çevirdiler. Hiçbir kavim, bağlı olduğu ülke zayıflarsa rahat durmaz. Bu sebeple, Ermenilerin de tek başlarına uslu oturduklarını söylemek istemiyorum. Fakat tek başlarına hiçbir güçleri olmadığı için, diğer kavimler gibi onlar da bir süre daha bekleyebilirlerdi. Ancak tahrik ve fitne, bazılarını hemen ayaklandırmaya yetti. Aslına bakacak olursak Ruslar, Türkiye'de müstakil bir Ermenistan kurulmasından yana değildiler. Çünkü kendi sınırları içinde de Ermeniler vardı, o zaman bunlar da bu Ermenilere katılmak isteyeceklerdi.
Rusların hesabı, kendi Ermenilerinin ağızlarına bir parmak bal çalmak Türkiye’nin başına bir gaile çıkarmaktan ibaretti. Fitneyi bastırmak için elimden geleni yaptım. Çok geçmeden buna Fransızlar ve İngilizler de katıldılar. Osmanlı ülkesinden koparılacak yeni parçada, onlar da söz sahibi olmak istiyorlardı, ilk Ermeni komitesinin Türkiye'de değil de Paris’te kurulmuş olması, her şeyi ortaya koyar. Fitnenin başı dışarıda idi. Ben, fitneyi bastırmak, bu iyi Osmanlıları, yanlış yollara sapmaktan kurtarmak için elimden geleni yaptım. Bir yandan kendilerine şefkatle muamele ettim, bir yandan Katolik ve Ortodoks Ermeniler arasındaki anlaşmazlığı kullanarak, uzun müddet, bir fikir etrafında toplanmalarını engelledim. Fransızlar, Katolikleri himaye ediyorlar, Ruslar, Ortodokslara arka çıkıyorlardı. Ben, bazen birini, bazen ötekini tutarak, ama her ikisinin de Osmanlı Reayası olduğunu hatırdan çıkarmayarak, tahrikleri önlemeğe çalıştım. Önce birbirlerini kırdılar, sonra dönüp Müslüman ahaliye saldırdılar. Bu oyunu, ben de dünya da biliyordu. Çünkü Bulgaristan'da denenmiş ve sonunda Bulgaristan'a muhtariyet adı altında bağımsızlık kazandırmıştı. Onun için zabıta kuvvetleri ile Ermeni - Müslüman çatışmasını önlemeğe çalışıyordum. Ermenilerin muradı, Müslümanları kışkırtmak, üstlerine saldırtmak, sonra da dünyayı ayağa kaldırtmaktı. Bundan sonra Avrupa devletleri işe karışacaklar, bu iki unsurun bir arada yaşayamayacaklarını ileri sürerek muhtariyet isteyeceklerdi. Papazlar, öğretmenler, ajanlarla sürdürülen bu tahrikler, önceleri pek itibar görmedi. Birçok Osmanlı ermeni, bu kışkırtmaları hoş karşılamadı. Bunun üzerine kurulan çeteler, önce bu namuslu Ermeni vatandaşlarımı yola getirmek için bunları kesip öldürmeğe başladılar. Bu namuslu Ermeniler, bir taraftan hükümetten, bir taraftan çetelerden çekiniyorlardı. Sonra, sonra bunlar da çeteleri desteklemeye, beslemeye, saklamaya başladılar.

Türk Kılığına Girmiş Ermeni Eşkıyaları;
Birinci safhası böyle biten oyunun ikinci safhasına geçildi. Türk kılığına giren Ermeniler, kendilerine yardım etmek istemeyen kendi vatandaşlarını öldürüp sonra da ‘’Görmüyor musunuz, sizi Türkler kesiyor, siz hâlâ bizimle birlik olmuyorsunuz’’ demeğe başladılar. Bir yandan da Türk köylerine giriyorlar ve Müslüman halkı türlü işkencelerle öldürüyorlardı. Bunların içinde, vücudu bıçakla yarılıp içine barut doldurulduktan sonra tutuşturulanlar da vardı! Bu Ermeni tahrikçileri özellikle Sason bölgesinde tahriklerini sürdürüyorlardı. Bu Ermeni - Müslüman kavgasını sona erdirmek için, müşir Zeki Paşa emrindeki orduyu, bu sahaya sevk ettim ve ayaklanmayı bastırdım. Büyük devletler elçileri, birbirleri peşinden Saraya koştular; zavallı Ermenilerin kılıçtan geçirildiğini ve bunun zulüm olduğunu söylüyorlardı. Hele İngiltere elçisi, hemen bir tahkikat heyetinin kurulmasını istiyor ve buna öncülük etmek için de bir İngiliz Askerî Ataşesinin hemen olay yerine gönderileceğini söylüyordu. Bütün elçilere ve bu arada daha sert bir dille İngiliz Elçisine, bunun bir asayiş meselesi olduğunu, Ordunun buralardaki eşkıyaları temizlediğini söyledim ve ilâve ettim ateşe göndermenize müsaade edemem. Çünkü bu günlerde buralarda bir İngiliz Ataşesinin görünmesi, yatışmış toplumları yeniden birbirine düşürebilir. Elçi yanımdan hayret içinde ayrıldı. Çünkü ben o günlerde İngiltere'nin uzak doğuda Ruslarla başlarının iyice derde girmiş olduğunu biliyordum. Hem Rusya, hem İngiltere, hem de Almanya'dan çekinen Fransa ciddî bir müdahalede bulunamazdı. Nitekim bulunmadı da. Fakat bunu izleyen yıllar İngiltere Ermeni meselesini ayakta tutmak için, elinden geleni yaptı. Çünkü bu suretle Mısır'da giriştiği işleri örtmüş oluyor, dünyanın dikkatini Türkiye üzerinde uyanık olarak tutuyordu.
Jön Türk - Ermeni İşbirliği;
Anadolu'da yaptıkları hareketlerle muratlarına eremeyeceklerini anlayan Ermeniler, çetelerini, komitecilerini İstanbul'a soktular ve İstanbul'da çeşitli kargaşalıklar çıkarmaya çalıştılar. Bunda muvaffak da oluyorlardı. Fakat Avrupa'nın büyük devletleri de, hiçbir yerde çoğunlukta olmayan bu dağınık Ermenilere benim muhtariyet vermeyeceğimi, bunun için her şeyi göze alabileceğimi biliyorlardı. Onlar da kendi aralarındaki rekabet yüzünden savaşa girecek takatte değildiler; bu yüzden Ermeni meselesi, Türkiye için bir huzursuzluk, Avrupa için Türkiye'ye müdahale imhanı olarak son yılara kadar sürdü gitti. Fakat Avrupa gazeteleri meseleyi parmaklarına dolamışlardı. Durmadan yazıyorlar şahsıma ‘’Kızıl Sultan’’ diye hücum ediyorlar, dünya efkârı kamuoyu aleyhimize kışkırtıyorlardı. Böylece Ermeni meselesi bir dünya efkârı umum iyesi meselesi olmuştur ama devletlerarası ciddî bir mesele olmamıştır. Bu mevzuda Sait Paşa'nın hizmetleri büyüktür.’’[12]

3. 1915 TEHCİRİ VE SOYKIRIM İDDİALARI
Türk-Ermeni ilişkiler yaklaşık olarak bin yıllık bir geçmişe kadar uzanmaktadır. Bu ilişkilerin 19. Yüzyılın ortalarına kadar iki halkın arasında bir sıkıntı veya gerginlik yaşanmamış ve dostane olarak geliştiğini bilmekteyiz. İlişkiler hiç olmadığından iyi olduğunu yerli kaynaklar dışında yabancı kaynaklarda da görmek mümkündür. Türk milleti Ermeniler için ‘’Millet-i Sadıka’’ olarak adlandırılan Ermeniler, emperyalist devletler, misyoner okulları, bağlı bulundukları kilise, Hınçak ve Taşnak örgütlerinin kışkırtmalarıyla 1882-1909 yılları arasında yaklaşık olarak 40 tane isyan çıkarmışlardır. Bu isyanlar bir süre sonra öyle bir noktaya kadar gelecekti ki sonunda Sultan 2. Abdülhamid’in arabasına bomba koyup patlatmayı bile düşünmüşlerdi. Nitekim başarılı olamamışlardır.[13]
1863’de Ermeni Nizamnamesi ile ayrıcalık olan Ermeniler hemen arkasından Ayastefanos ve Berlin Antlaşmalarıyla uluslar arası bir sorun haline gelmişlerdi. Rusların Kafkasya’da Ermeniler vasıtasıyla Ermenilere bağımsız bir devlet kurma hayali Osmanlı Devleti tarafından yakından takip ediliyordu. Ruslar destek verdikleri Ermenileri köylü kıyafetinde Ermeni köylerine göndererek çeteler oluşturuyorlar, Osmanlı sınırlarında ve kritik bölgelerde silah ve cephane dağıtıyorlardı. Bu bölgelerde ki Osmanlı ordusuna gerekli yazılar yollanıp uyarıldı.
Van havalisindeki Ermenilerin Ruslarla işbirliği neticesinde gerçekleştirdikleri isyan sırasında yaşanan katliamlar, bardağı taşıran son damla olmuştur. Tehcir kararı, Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın ikazları sonrasında İçişleri Bakanı Talat Paşa'nın Erzurum, Van ve Bitlis valilerine gönderdiği 9 Mayıs 1915 tarihli şifreli telgrafla gündeme gelmiştir. 24 Mayıs 1915'te Rusya, Fransa ve İngiltere'nin, ‘'Ermenistan'’ diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, Ermenilerin öldürüldüklerini ve hâdiselerden Osmanlı Hükümeti'ni sorumlu tutacaklarını açıklamaları üzerine mesele uluslararası bir boyut kazanmış ve hukukî bir zemine oturtulması zorunluluğu doğmuştur. 27 Mayıs 1915'te Meclis'te kabul edilen "Yer Değiştirme Kanunu", 1 Haziran 1915'te dönemin Resmî Gazetesi Takvim-i Vekâyi'de yayınlanan yasa yürürlüğe girmiştir.[14]
Dört maddelik kanun, "savaş hâlinde devlet idaresine karşı gelenler için askerî birliklerce alınacak tedbirleri" içermektedir. İddia edilenin aksine Tehcir Kanunu, belli bir ideolojinin uzantısı olarak sadece Ermenileri hedef almamıştır. Kanun metninde herhangi bir etnik grup veya topluluktan bahsedilmemiş, hatta Osmanlı Hükümetince böyle bir ima dahi edilmemiştir. Burada asıl neden, ülkenin askerî gücüne karşı gelen, halka karşı katliam ve yağmacılık yapan, düşmanla işbirliği içinde casusluk faaliyetlerinde bulunan, Osmanlı ordusunun harekâtını güçleştirmek için zorluk çıkaran, askere gıda, silâh ve mermi ulaştırılmasını engelleyen çetelerin verdikleri zararları önlemektir. Maalesef savaş yıllarında Ermeniler arasından isyan ve karışıklık çıkararak bu türlü hâdiselere sebebiyet verenler olmuş ve bunların savaş sahasının dışına sevk edilmeleri kararlaştırılmıştır. 9 Haziran 1915 ile 8 Şubat 1916 tarihleri arasında gerçekleşen yer değiştirme uygulaması çerçevesinde; Erzurum, Van, Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna yerleştirilmiştir. Buna rağmen Ermeni ihtilâl komitelerinin tehcir kararı öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetleri, göç sırasında da devam etmiştir.[15]
Devletin varlığı ve kamu düzeni adına alınan bu kararın tatbikinde problem yaşanmaması için Osmanlı Sadareti (Başbakanlık) ile İçişleri, Harbiye ve Maliye gözetiminde arasında koordinasyon kurulmuş; son derece doğru ve yerinde tedbirler alınmıştır. Ayrıca ilgili bütün makamlara bu hususta tebligatta bulunulmuştur. Günümüzde çeşitli zeminlerde Osmanlı Devleti'ne ve milletimize soykırım suçu işleyen kişilerin, arşiv vesikalarında ayrıntılı bir şekilde yer alan bu hususları dikkate almaları gerekmektedir. Osmanlı Sadareti tarafından 30 Mayıs 1915'te söz konusu bakanlıklara gönderilen yazıda, Tehcir Kanunu'nun tatbikinin nasıl yapılacağı ayrıntıları ile belli kurallara bağlanmıştır. Buna göre;
a) Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir.
b) Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği'nden karşılanacaktır.
c) Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir.
d) Muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşâ edilecek, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, âlet ve edevat temin edilecektir.
e) Geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir.
f) Göçmenlerin ihtisasları (uzmanlık sahaları) dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir.
g) Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir talimatname (emir yazısı) hazırlanacaktır.
Bununla birlikte Osmanlı Devleti bu tedbirlerin dışında şu durumları da arz etmektedir:
- Göç işlemlerini denetlemek ve idare etmek üzere Adana, Halep, Maraş gibi merkezlere mülkiye müfettişleri tayin edilmiştir.
- Göç hareketlerine ilişkin her türlü ihtiyacın karşılanması maksadıyla 'Göçmen Umum Müdürlüğü' kurulmuştur.
- Kafilelere araç ve binek hayvanı sağlanmıştır.
- Yaşlı Ermeniler, özürlüler, sakatlar, dul kadınlar, hasta ve yetim çocuklar göçe tâbi tutulmamış; bunların her türlü ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmış ve yetimhaneler kurulmuştur.
- Korunmaya muhtaç Ermeni aileler ihmal edilmemiş; erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin, Ermeni dışında yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmesi, geçimlerinin Göçmen Ödeneği'nden sağlanması bildirilmiştir.
- Tehcir edilenlerin canlarının, mallarının korunması; yeme, içme ve dinlenmelerinin sağlanması sevk güzergâhları üzerindeki yerel idarecilere bırakılmıştır.
- Hem sevkiyat esnasında hem de yerleştirildikleri yerlerde kafilelerin emniyeti ve iaşeleri için ciddi bütçeler tahsis edilmiştir. Kafilelere sıcak ve etli yemek verilmesi, hastalara bakılması ve güzergâhlar üzerindeki hastanelerin ihtiyaçlarının giderilmesi hakkında emirler verilmiştir.[16]
4. SONUÇ
Osmanlı Devleti hiçbir zaman kendi halkına zulmeden bir İmparatorluk olmamıştır. Osmanlı bu noktada bile dönemin şartları içerisinde elinden gelen her şeyi yapmıştır diyebiliriz. Uluslar arası medya da kamuoyunda veya çeşitli platformlarda yazılıp çizildiği gibi bir buçuk milyon veya bir milyon Ermeni yerinden edilmemiştir. Bu bir iftiradır. Bir kere bütün Ermeniler de yerinden edilmemiştir. Protestan ve Katolikler Anadolu’nun belli yerlerinde yaşamaya devam etmişlerdir. Devlette görevli olanlar, İstanbul, İzmir veya Edirne’de yaşayan Ermenilerde yerinden edilmemiştir. Şimdi geriye gönderilenlerin miktarı bugün abarttırılarak bir milyon, bir buçuk milyonla tabir edilmektedir. Şuna bakmak lazımdır ki o zamanın Ermeni nüfusu ne kadardır. Bunu bilmeden sağlıklı bir araştırma yapmış olmayız.  O tarihlerde Fransız Dışişleri Bakanlığına yollanan belgeye bakarsak 600.000 ile 700.000 arasındadır. Osmanlı belgelerinde ise bu sayı 400.000 ile 500.000 arasındadır. ABD arşivlerinde ise 500.000 civarında olduğunu görmekteyiz. Gidenlerin aksaklıklar olmasına rağmen önemli bir kısmı gidecekleri yerlere sıkıntısız bir şekilde gitmeleridir. Yabancı belge ve arşivlerde bunu kanıtlamaktadır.
Bu bilgiler ışığında şuan da ki sayılara bakarsak bölge de bulunan nüfusların neredeyse iki katına denk olduğunu görmekteyiz. Bizde ki sıkıntı şudur ki biz kendi tarihimizi bile öğrenmekten aciz olan bir millet var olmaya başlamaktadır. Biz kendi tarihimize sahip çıkıp bizim tarihimizi şuan da olduğu gibi başka kişiler araştırıp önümüze dayattıkları sürece biz daha çok ‘’Ermeni Sorunu’’ gibi olaylarla karşılaşırız. Sultan 2. Abdülhamid’in 12 Mart 1917 tarihinde Beylerbeyi Sarayında yazmış olduğu cümleler manidardır. Yazıda ‘’dün yazdığım satırları bugün bir daha okudum. Gladiston’un ‘’Kızıl Sultan’’ı tarih sahnesinden çekileli sekiz yıl on bir ay oldu. Acaba Ermeni vatandaşlarım hallerinden daha memnun ve geleceklerinden daha mı güvenli midirler?...’’ [17]
Şimdi Ermeni halkına aradan geçen yaklaşık 90 yıllık zamandan sonra şu soruyu sorsak acaba ne cevap verirler?  Bulundukları coğrafya da daha mı mutlular yoksa pişman mıdırlar?





















[1] GEZİCİ Aytekin, Osmanlı Tarihi, s.385
[2] GEZİCİ Aytekin, Osmanlı Tarihi, s.137
[3] Ermenilerin yaşadığı yerler
[4] BEYDİLLİ Kemal, 1828-1829 Osmanlı Rus Savaşı ve Ermeni Tehciri, s 45
[5] Enver, Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.8, Ankara, 1998, s.127
[6] Mehmet Aydın, İkinci-Abdülhamid-liderlik-sırları, s.89–90
[7] Tosun, Ramazan, Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı Ve Mahiyeti, s.69
[8] BOZDAĞ İsmet, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, s.12-14
[9] AKÇA Bayram, 1915 Ermeni Tehciri ve Urfa Mutasarrafı Şehit Nusret Bey, s. 13
[10] EROĞLU Mecbure, Ermeni Meselesi, s.17
[11] Fahir h. ARMAOĞLU, Siyasi Tarih, s. 271
[12] BOZDAĞ, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, s. 56–61
[13] BEYOĞLU Süleyman, 1915 Tehciri ve Soykırım İddiaları, s.171-191
[14] BEYOĞLU Süleyman, 1915 Tehciri ve Soykırım İddiaları, s.171-191
[15] MEMMEDOV Süleyman, Tarihte Ermeni Terörü, s.217-224
[16] ARMAĞAN Mustafa, Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı, s. 45-52
[17] BOZDAĞ İsmet, Sultan Abdülhamit’in Hatıra Defteri, s.60